26 Mayıs 2011 Perşembe

Uykulu Gözler



Bazı sabahlar nadiren de olsa neşeli olarak başladığım oluyor güne. Nedensiz yere gördüğüm herşeyden mutlu olup, kendi kendime gülümseyerek yoluma devam ettiğim, yaşamın ne kadar güzel olduğunu hatırladığım sabahlar bunlar. Normalde sabah insanı diye tanımladığımız yataktan uykusunu alıp, mutlu mesut uyanan insanlardan olamadığımdan, böyle sabahların kıymetini daha iyi bilirim o yüzden..

Neyse konuya aslında biraz alakasız bir giriş oldu ama, bu sabah gördüğüm küçük bir çocuk ironik bir tebessüm kondurdu suratıma sabah sabah, yazmak istedim ben de hem onu, hem de onda gördüğüm kendi küçüklüğümü, kendimde gördüğüm onun bir 20-25 sene sonraki halini.

Muhtemelen daha 10 yaşında yoktu, sarışın, minyon yapılı bir velet. Sırtında kendinden ağır çantası, gözlerinde hala alamadığı uykusu ile kapıdan çıkmış, pencereden kendisine seslenen annesinin ona uzattığı harçlığını almaya gidiyordu göz göze geldiğimizde. Çok kısa bir an bakıştık o uyku mahmuru gözlerle, aslında sabahın o saatinde yatakta olup, uykunun en güzel saatlerini tatması gereken o gözlerle..Sanki daha şimdiden hayattan bezmiş gibi baktı bana yüzünde buruk bir tebessümle.O andan sonra yol boyu düşündüm ben de, senelerdir mecbur tutulduğumuz, zoraki yaptığımız modern zaman işkence yöntemlerini. Daha 4-5 yaşlarında anaokulu denen sözde sosyalleşmemize yarayan minik diktatörlük alanlarında başlıyor aslında bu mecburi hayat hizmeti birçoğumuz için. Çevre şartlarının eskisi gibi olmadığına ve çocuklarının zarar göreceğine inanan aileler haklı olarak anaokullarını tercih ediyorlar biricik çocuklarının sosyalleşmesi için, halbuki sokakta akranlarıyla top peşinde koşup, ağaçlara tırmanmadan çocuk olunmaz diye öğrenmiştik biz. Zaten sanırım büyükşehirlerde yaşayıp da, sokakta oynamanın keyfini tadabilen son nesillerdeniz.

Neyse konu bir anda nereye geldi ben de anlamadım. Aslında demek istediğim, daha 4-5 yaşlarından itibaren bize dayatılan, doğru olduğu inandırılan bir hayat uğruna zaman zaman tüm insani duygularımızdan ve zevklerimizden mahrum bırakılmamızın aklıma geldiği ve üzüldüğümdü bu sabah.

Böyle işte. Bir de bugün anladım ki, çalışırken birşeyler yazmak zor oluyormuş :)


Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Sahte Hayatlar Sürmekten Yorulur İnsan Bazen

Bazı insanlar var ki hayatlarımızda, biz onları arkadaş, dost...vs. olarak nitelendirirken, onların bizim için tek yaptıkları şey kötü düşünceler üretmek.
Hep merak etmişimdir, bu insanlar sizi mi kandırır daha çok yoksa kendilerini mi? Kendilerine bile itiraf edemedikleri cahilliklerini, hasetlerini, sevgisizliklerini gördüğünüzden midir size düşmanlıkları?
O kadar sıkıldım ki, hayatımdaki bu tip insanlardan. Muhtemelen bunu okuyan kişinin ilk vereceği tepki çıkar o zaman hayatından olacaktır. Ama modern hayatın en güzel getirilerinden biri olan iş arkadaşlarıysa şayet bu bahsettiğim kişiler o kadar da kolay olamıyor maalesef bu. Ne kadar hayata karşı bir duruşunuz olsa da, ne kadar yapmacıklıktan uzak bir insan olsanız da; hayatınız plaza denen o fanusun içine hapsedildiği anda ister istemez kişiliğinizin de bir parçası törpülenmeye başlıyor ve siz aslında görmekten hiç haz etmediğiniz insanlara koca bir sırıtışla “günaydın” derken ve hatta gitgide o eleştirdiğiniz insanlara dönüşürken buluyorsunuz kendinizi.
İşte bu aslında, hiç birşeyden anlamadığını düşündüğünüz, riyakar, kıskanç..vs. insanlarla aynı ortamda eğlenirken bulmanızın nedeni. İşte o an aslında, siz büyürken (gerçek hayatla yüzleşirken diyelim) hayatın sizden ne çok şeyler çaldığının farkına vardığınız an. Ve o hissettiğiniz, içinizde ta derinlerde bir yerde her geçen gün büyüyen ve isyana dönüşen yumruya benzer şey, her geçen gün o insanlardan ve kendinizden daha da çok uzaklaşmanızın sebebi...
Ve maalesef günler geçiyor, hayatın rutin akışı devam ediyor, samimiyetsiz ilişki ağınız her geçen gün daha de genişliyor, o genişledikçe siz daha da küçülüyorsunuz. Kafanızın içinde tek bir cümle “ne olur biraz cesaret tanrım”....





Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Biraz Uyu



Tam da içimden uykuya övgü dolu sözler yazmak geçerken alakasız bir yerde karşıma çıkınca bu şarkı, devamlı bastıran uyku isteğimi sorgular oldum bir anda.


Aslında her şey unutabilmek için mi acaba?

Bir Alıntı



‎"Yaşlanma, gitme korkusuyla başlar... 'Bırakıp gidebilenler' ise hayatta, 1-0 önde koşar..." Ece Temelkuran-İkinci Yarısı'ndan.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Bir Alıntı




Ne zaman, nerede okumuşum da not almışım hatırlamıyorum ama, çok anlamlı bir yazıdır bu:

" İnsanlar ölümlü tanrılardır, Tanrılar da ölümsüz insanlar... Eşyanın dışı, içi gibidir. İçle dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük, büyük gibidir. Küçükle büyük arasında hiçbir ayrılık yoktur. Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını anlayan, gerçeği görür."



Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Öyle içimden geldi




Ne zaman kaybettik içimizdeki çocuğu, ne oldu da küstürdük onu bilmiyorum. Ama uzun zamandır hayatı sadece idame ettirdiğimi, keyif almak adına yaptığım şeylerden bile keyif almadığımı biliyorum. İçimdeki sesi susturarak, sadece mantığımın söylediklerini dinleyerek yaşamaya başladığımdan beri aslında mutluyu oynayan mutsuz olduğumu biliyorum mesela. Ama içimdeki ufaklık ne zaman saklandı, onu oradan nasıl çıkarırım onu bilemiyorum bir türlü. Hatta saklandı mı, çekip gitti mi, geri döner mi onu da bilemiyorum. Bir anda olmadığını, yavaş yavaş farkettirmeden kaybolduğunu da biliyorum mesela, ama göz göre göre buna nasıl izin verdim en ufak bir fikrim bile yok.


Uzun zamandır tek hissettiğim, ağır, depresif bir yorgunluk. Ölü toprağı serpilmiş gibi üzerime. Hiç bir şey yapmaya enerjim yok. Çevremdekileri dinlemeye, birilerini sevmeye, bir şeyler için heyecan duymaya...vs.


Şimdi bahar geliyor ya, doğanın canlanmasını izlerken, buna bizzat şahit olurken yaşadığım heyecan ve mutluluk hala ufak da olsa bir umut var dedirtiyor bana.

Öyle birşeyler işte.




Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

1 Mayıs 2011 Pazar

Duruyor Zaman Baba




Pilli Bebek'in Duruyor Zaman diye bir şarkısı var, son zamanlarda dilimde dolanıp duran, her dinleyişimde, seninle son sarılmamız geliyor aklıma baba. 22 sene oldu ama benim gözümün önünden gitmeyen senli sahnelerden biri benim için.


Çok özlüyorum seni, uzun zamandır o kadar kızgındım ki sana, bırakıp gittin diye beni, özlediğimi kendime bile itiraf edemedim bunca zaman. Ama artık barışmaya karar verdim seninle, artık fotoğraflarını asabiliyorum duvarıma, hatta bazı olaylarda seni anladığımı bile düşünüyorum.


Sana ne kadar geç kaldığımı, bir kız çocuğu için babasının küçük prensesi olmanın ne büyük birşey ifade ettiğini daha yeni anlıyorum. Hayat keşkelerle yaşanmadığı için keşke böyle olmasaydı da diyemiyorum, vardır elbet böyle olmasının bir sebebi..


Ama bil ki ben seni çok ama çok özlüyorum...


22 sene önce sen bana sarılırken fonda bir şarkı çalsaydı eğer, sanırım bu olurdu ve sen benim kulağıma
"Gel kızım sokul bana
Bir kez daha alayım kokusunu
Benim küçük bahçemin"
diye fısıldıyor olurdun...


Sadece ikimizin uyandığı saatlerde
Duruyor zaman
Çünkü sadece sen tutuklarsın beni
Apansız uyanış gibi
Gel kızım sokul bana
Bir kez daha alayım kokusunu
Benim küçük bahçemin


Büyüsen de, gitsen de hala bekliyor gibi beni
Uzanmış küçük ellerin
Gel kızım sokul bana
Bir kez daha alayım kokusunu
Benim küçük bahçemin


Büyüsen de, gitsen de hala bekliyor gibi beni
Senin küçük ellerin





Huysuz pia tarafından evrene iletildi.