29 Nisan 2011 Cuma

Son Bir Kez

Şu aralar en çok dinlediğim ve her dinlediğimde içimin acıdığı bir şarkı bu. İçimde öyle bir sızı hissediyorum ki, kelimelerle ifade edersem belki bir nebze diner diyer düşünüyorum. Ama dinmiyor, tam dindi diyorum, alakasız birşeyler çekip getiriyor gözümün önüne seni...

Son birkaç sözümü söyleyemediğimden sana belki, seneler geçse de hala acıyor içim. Ve seneler geçtikçe hayatıma her giren insanda hala seni aradığımı daha yeni fark ediyorum.

Bundan sonrası ne olur, dediğin gibi bir 10 yıl sonrası ikimiz için de daha mı güzel olur, kavuşur muyuz bilmiyorum. Bilmekte istemiyorum, çünkü ağır geliyor bu aşkı hala taşımak bana artık. O yüzden son günlerde dilimde hep bu şarkı...

"yenilgiyi hazmedip gururuma hapsedip gidiyorum
yaralarım yarı açık bendim zaten tek sanık biliyorum
asaletimden mi bilmem yoksa korkumdan mı susuyorum"





Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

20 Nisan 2011 Çarşamba

Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk




Dün bir oyun izledik taksim küçük sahnede. Kendi kendine konuşmaktır aşk oyunun ismi. Cezmi Ersöz'ün aynı isimli romanından Kürşat Alnıaçık'ın tek kişilik oyunu.

Sadece 1 saatlik bir oyundu belki ama, neredeyse 2 gündür hayatımı, yaşadıklarımı sorgulatıp duruyor bana. Oyunun içinde bir çok güzel, not edilmesi gereken cümle vardı. Ama beni en çok "Çok hastayım, ne demek biliyor musun? Kurtar beni demek" cümlesi vurdu. Belki de zamanında ben de aynı yardım çağrılarında bulunup kurtarılamadığımdan, daha doğrusu kendi kendimi kurtarmak zorunda kalmamdan etkilendim bilmiyorum. Ama çok dokundu. Bir insana muhtaç olmanın, başını koyacak bir omuz aramanın, her şeyin yoluna gireceğini söyleyen birine ihtiyacı olmanın ne kadar b.ktan olduğunu hatırladım yeniden. Acılar içinde kıvranırken sen, ne olur sesimi duy diye inlerken, sesinin çıkmamasının verdiği acıyı yeniden hissettim. Canın acırcasına özlemenin, ihtiyaç duymanın ve buna karşılık umursanmamanın ne demek olduğunu hatırladım...

Oyuna gelince, gayet başarılı bir oyundu. Gidip izlemeli ve yeniden tekrar tekrar sorgulamalı ilişkileri.





Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

10 Nisan 2011 Pazar

İçindeki çocuk ol!

Dünya seni ele geçirmeden ve sana doğru olmayan şeyleri söylemeden önce
Eskiden olduğun çocuk ol...


Huysuz pia tarafından evrene iletildi.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Simurgun Hikayesi



Madem blogun ismini Si-Murg koyduk simurgun hikayesini paylaşmamak olmaz değil mi ama?

Kuşlar diyarında yaşam tüm canlılığı ve hareketliliğiyle devam etmektedir. İnançları gereği kabilenin tüm üyeleri, hayatın dinamik değişimlerinin doğurduğu farklı durumlara göre, başları sıkıştığında tüm kuşların Efendi’si olan ve zor duruma düşen kuşlara her zaman yardım ettiği söylenen Simurg’a dua etmektedirler. Ancak gel zaman git zaman aralarından bazıları Simurg’un neden yardım çağrılarına cevap vermediğini ve kendilerine görünmediğini sorgulamaya başlarlar. Zamanla bu tartışma halk arasında yayılır ve bir süre sonra Simurg’un varlığının sorgulanmasına dönüşür. Aralarından kimileri bu şüphelerini açıkça itiraf ederken, kimileri yardımın gelmemesini kendi eksikliklerine bağlarlar. Tam da bu hararetli tartışmalar sürerken, uzak bir ülkeden gelen cinsini kestiremedikleri bir kuştan aldıkları haberle büyük bir heyecana kapılırlar. Habere göre uzaklarda bir sürü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuştur!..
Bunun üzerine sayıları oldukça yüksek olan kuş kabilesi toplanmaya ve konuyu aralarında görüşmeye karar verirler. Simurg’un var olduğunu işaret eden ancak kendilerine neden yardım etmediğini açıklamaya yetmeyen bu bilgi onları, bu durumdan kurtulmanın tek yolunun, uzun ve zorlu bir yolculukla varılabileceği rivayet edilen Kaf Dağı’nda yaşayan Simurg’u bulmak olduğu konusunda ikna eder. O güne kadar böyle bir yolculuğa çıkanlar olmuş ancak geri dönen olmamıştır. Bu nedenle kuş toplumu, sessizliği ve konulara bilgece yaklaşımlarıyla onlara her an yardımcı olan haberci kuşa yolculuğun nasıl olması gerektiği konusunda danışma ve hazırlıklara başlama kararı alır. Bilge kuş daha evvel bahsedilen bölgeleri tanıdığını ve topluluğa kılavuzluk edebileceğini söyler. Yoldaki riskler nedeniyle, oluşturulacak olan büyük bir grubun bilge kuşun önderliğinde, diğer adı Zümrüd-ü Anka Kuşu olan Simurg’u bulmak için Kaf Dağı’na gönderilmesine karar verilir…
Tüm kabile arasından bu uzun ve zorlu yolculuk için yeterince istekli ve gerekli vasıflara sahip kuşlardan oluşan büyük bir grup oluşturulur. Kuşlar sevdiklerine veda eder ve yola koyulurlar…
***
Uzun yolculukları esnasında kuşlar aralarında konuşmakta ve bilgilerini paylaşmaktadırlar. Paylaştıkları her bilgiyle birlikte merakları ve şaşkınlıkları daha fazla artmakta, bu benzersiz ve gizemli kuşu bulma arzuları dizginlenemez bir hal almaktadır…
Simurg’un her canlıdan bir iz taşıdığı söylenmektedir… Ve tüylerinde her rengin barındığı… Kanatları altın ve kırmızı karışımı, vücudunun ve başının ise mor renkte olduğu… En garip söylentilerden biri yüzünün insana benzediğidir! Kuş gibi olmayan bir kuştur Simurg! Benzersizliği nedeniyle tektir. Ve hakkındaki tüm efsanelerin en can alıcı noktası, anlamı üzerinde tarih boyunca belki de en fazla kafa yorulmuş olan benzersiz eylemidir : Ömrünün bir aşamasına geldiğinde, yaşadığı yer (evi) olan “Bilgi Ağacı”yla birlikte kendini ateşe vererek, kül olana kadar yanmakta ve ardından o küllerin içinden tekrar doğmaktadır! Bu nedenle Simurg; ölümsüzdür…
Tüm bu efsanevi özelliklerinin yanında canlılara en zor anlarda yardım ettiği ve kendine en fazla ihtiyaç duyulduğu zamanlarda ortaya çıkarak varlığını gösterdiği söylenmektedir… Her zaman yalnız olan bu kuşun kendinden yardım isteyenlere asla “hayır” cevabı vermediği rivayet edilmektedir… Varlığı, yanında bulunana tarifi mümkün olmayan bir mutluluk, sükunet ve huzur vermektedir… Simurg ortaya çıktığında, onu görebilme şansına erişenlerin bir daha asla eskisi gibi olmadıkları da rivayetler arasındadır… Simurg, dünyaların yıkılışları ve tekrar tekrar yapılışlarına şahit olmuştur. Bu nedenle bilgeliği akılların ötesindedir… Onun yer ile gök arasında birliği sağlayacağı söylenmektedir… Uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yapraklarının titremesi nedeniyle dökülen tohumların dünyanın her yanına dağıldığı, gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök salmasını sağladığı ve bu bitkilerin insanoğlunun hastalıklarını tedavi ettiği gibi bazı rivayetleri anlamlandırmaya çalışmak ise konuşanların akıllarını zorlamaktadır adeta…
Tüm halkların kendilerine has farklı şekillerde ondan söz etmesi de son derece gizemlidir… Bu derece bilinen ve bu derece gözlerden ırak bir kuştur Zümrüd-ü Anka… Her yerde var olduğu halde, hiçbir yerde bulunamayan bir kuş…
***
Yolculuk başlayalı uzun zaman olmuştur… Her gün farklı diyarların üzerinden uçan, daha evvel tatmadıkları deneyimler yaşayan ve yeni şeyler öğrenen sürü, günlerin nasıl aktığını belirli bir süre anlamamıştır adeta… Kuşlar Simurg hakkında bildikleri efsaneleri tartışarak yollarına devam ederken, bahsedilen zorlu vadilere de yaklaştıklarını bilmeleri, onların gittikçe daha fazla sessizleşmesine yol açmıştır. Efsanelerde duyulan yerlere gitmenin onlarda meydana getirdiği düşünceli sessizlik, aynı zamanda günlük hayatlarında düşünmedikleri şeyleri de düşünmelerine zemin hazırlamıştır. Konakladıkları ve mola verdikleri yerlerde Simurg’un kahramanlara nasıl yardım ettiğini, onunla birlikte aşılamaz denen dağları geçerek çok uzak diyarlara gittiklerini anlatmakta ve kahramanların orada kendileri için paha biçilmez hazinelere ulaştıklarından bahsetmektedirler. Her kuş toplumunun bu hazinelerle ilgili farklı varsayımları vardır…
En ürpertici rivayetlerden biri de, Kaf Dağı’nın normal bir kuş için bulunamaz olmasıdır! Nice zorluklar aşsa dahi arayanlar, Simurg’un sadece kendini bulmaya hazır olanlara görüneceği söylenmektedir! Ona çabayla dahi ulaşılamamakta ancak ulaşanlar da ancak çabalayanlar arasından çıkabilmektedir… Bir rivayete göre Simurg, kendisini bulana ya ölümsüzlüğü, ya da aradığı en değerli hazineyi vermektedir…
O, kuşların göklerdeki hükümdarıdır ve her şeyi bilmektedir… Yolun sonuna gelmeyi başarabilenler O’nu Kaf Dağı’nda, Bilgi Ağacı adı verilen ağacın dallarında bulacaklardır… Ancak Kaf Dağı’nın eteklerinin dahi bulutların üstünde olması, yolculuğun zorluğu hakkında daha net bir fikir vermektedir…
***
Tüm bu rivayetlerle geçen uzun yolculuk içerisinde, zamanla birçok kuş yolculuktan çeşitli gerekçelerle vaz geçmeye başlar… Yolculukları boyunca her an yanındakilere yol gösteren ve onları devam etmeye teşvik eden bilge kuş olmasa, belki de yolculuk henüz dağın eteklerine dahi ulaşamadan son bulacaktır… Oldukça fazla kuşun yolculuğu bırakmasından sonra geriye kalanlar en sonunda Kaf Dağı’nın eteklerine ve aynı zamanda efsanelerde geçen meşhur vadilerin başlangıcına ulaşırlar… Ve tıpkı bahsedildiği üzere en büyük zorluklar yolculuğun bu aşamasından itibaren başlar…
Bu tip vadilerden uçmak gibi bir deneyimi daha evvel hiç yaşamamış olan kuşlardan bazıları hızla rahatsızlanır, tedirgin olur ve geri dönme kararı alırlar… Kimileri bir süre dinlenmek üzere o anda üzerinde uçtuğu vadiye doğru alçalarak sürüden ayrılırlar, belki de bir daha onları hiç yakalayamayacaklarını bilmeden… Kimileri o vadilerde gördükleri benzersiz güzelliklere dalarak yollarını kaybederler… Mazeretler gittikçe artar… İlerledikçe, çoğu içlerinde tarifi mümkün olmayan bir özlem hissederler geride bıraktıklarına… Yurtlarını, halklarını, o tanıdık ve bildik dünyalarını özlemişlerdir! Zaten bu zorlu yolun sonu da meçhuldür… Kitleler halinde gruptan ayrılmalar başlar… Bu sonu gelmeyecek gibi görünen yolu kimileri öfke ve kavgacılıkları nedeniyle terk eder, kimi kuşlar ise yol arkadaşlarının onlardan ayrıldığını görerek kararlılıklarını yitirirler… Kartalların çoğu kibirlerinden dolayı ayrılır sürüden. Krallıklarını özlemiş ve haşmetlerinin gittikçe silindiği bu yolculuktan sıkılmışlardır… Artık şarkı söyleyerek ilgi toplayamayan birçok bülbül ve renkli güzelliği ile dikkat çekemeyen birçok papağan da bıraktıkları yaşamlarına dönmek üzere sürüden ayrılır…
İşin garip yanı, onları dağın eteklerine kadar getiren bilge kuşun yolculuğu bırakmak isteyenleri bu aşamadan sonra geri çevirme gibi bir çaba göstermediğine şahit olmalarıdır! Bu durumu kendisine sorduklarında net bir cevap alamazlar… Simurg’un tüyünün bulunduğunu ve onun gerçekten var olduğunu hep ondan öğrenmişlerdir! Yolculuğa inanılmaz bir şekilde önderlik etmiş ancak kendini adeta belli etmemiştir… Tüm bunları düşündüklerinde açıklayamadıkları boşluklar nedeniyle bu işin nereye varacağı hakkında detaylı konuşmak istediklerini iletirler… O ise bu aşamadan sonra sarfedilecek sözlerin, yolun sonunda kendi yaşayacakları deneyim yanında anlamsız olacağını söyleyerek onları cevapsız bırakır…
Sırasıyla istek, aşk, marifet ve istiğna vadilerini geçerler; az kalmalarına rağmen sayıları daha da azalarak… Vahdet Vadisi inanılmaz bir vadidir… Birçoğu burada kalmak, başka hiçbir yere gitmemek ister… Ardından Hayret Vadisi’nde gördükleri karşısında donup kalırlar… Sonsuza kadar o vadiyi seyretmekten daha güzel ne olabilir ki? Ne yerleri, ne yurtları akıllarına gelmemektedir artık! Hayret halinde kalan nice kuşu geride bırakan küçük grup, tamamen idrakleri ve hayal güçleri dışında olan Yokluk Vadisi’ne ulaşırlar… Bu vadiden bahsetmek dahi çelişki doğuracak, varlık alanına ait olacaktır… Tarihte bu vadi hakkında “bahsedilen her ne varsa, o değildir” denmektedir… Doğası gereği hakkında hiç konuşulamayan ve sonsuza kadar da konuşulamayacak olan Yokluk Vadisi… Ona ulaşanlar dışında tüm varlıklar için sonsuza kadar bir sır olarak kalacak bu vadi Kaf Dağı’nın son vadisi ve Simurg’un yuvasına açılan kapıdır…
***
Sonunda, geriye kalan azınlık tüm efsanelerin bağlandığı o “En Kutsal Yer”e varırlar. Önlerinde tüm heybetiyle Bilgi Ağacı durmaktadır… Hepsi huşu içindedirler… Tüm zerrelerine kadar kutsalla dolu bu mekana gelmek için hatırlayamadıkları kadar uzun bir yolculuk yapmışlar ve topluluklarının neredeyse tamamını yolda bırakmışlardır… Sadece bir avuç kuş olarak oraya varmak hayal gibidir! Mutlak bir sessizliğin içinde ağır ağır Bilgi Ağacı’na doğru ilerlerler… Bilgi ağacının üzerinde otuz tane tablet vardır… Hiç bir ses çıkmaz gruptan… Neredeyse fiziksel olarak dokunulabilecek bir sessizlik içerisinde herbiri, kendine yakın tabletin bulunduğu dala usulca yerleşir ve okumaya başlar…
“Yuvanıza hoş geldiniz” yazmaktadır tabletin başında. İçlerindeki duygu fiziksel bedenlerini zorlamaya başlamıştır. Öyle beklenmedik, öyle akıl almaz birşeyi idrak etmeye başlamışlardır ki, bedenleri bu idrakin yoğunluğuyla titremeye başlar… Yazı şöyle devam etmektedir :
“Burası Si (otuz) – murg (kuş)’un evidir…”
***
Bu esrimenin şiddetiyle o ana kadar inandıkları, oldukları, zannettikleri herşey ve tüm kimlikleri, idrak ettikleri Hakikat karşısında yanmaya ve yok olmaya başlar! Aynı anda dallarında oturdukları Bilgi Ağacı’da alev alır! Varoluşlarının açığa çıkan sırrı tüm varlıklarını Bilgi Ağacı’yla birlikte yakmaya başlamıştır! Mit; tıpkı sonsuzluktan beri gerçekleştiği ve sonsuza kadar gerçekleşmeye devam edeceği gibi gerçekleşmektedir! Herbiri birbiriyle tıpatıp aynı renkte küllere dönüşene kadar yanarlar… Ve sonunda, geriye yanacak hiçbirşey kalmadığında, o küllerin içinden doğar Zümrüd-ü Anka…
***

Ve Simurg; kendini idrak eder…

***
Efsane gerçekleşmiş, yolculuk yapan otuz kuş Yokluk Vadisi’nde gözden kaybolmuşlardır… Simurg’u bulmayı başaran tüm kuşlar gibi, onlar da bir daha asla Yokluk Vadisi’nden geri dönemeyeceklerdir…
Otuz arayıcı kuş artık yoktur… Arayan Aranan’da yok olmuş; aşık ve maşuk yoklukta birleşmiştir… Yokluk Vadisi’nden uzaklaşırken her birinin bedeni kendilerine has renklere bürünerek, gökküşağının ahengi içinde farklılaşan renkler gibi, farklılaşmaya başlarlar Birlik içinde … Ancak yansıttıkları artık Simurg’un renkleridir… Ve gözlerin sahibi değişmiştir…
***
Çokluğun ahenginde; Birlik…
Varlığın içinde; Yokluk…
Yokluğun rahminde; Varlık…
***
Kuşlar yurduna doğru uçmaya başlarlar… Uzun uçuşları sırasında daha evvel yolculuktan vazgeçen arkadaşlarını görürler… Karar kıldıkları vadileri anlatarak çevrelerine büyük kalabalıklar toplayan kuşları… Zamanla kendileri de iyice inanmaya başlamışlardır anlattıklarına… Yaşadıklarının mutlak Hakikat olduğuna… Çevrelerine topladıkları büyük kalabalıklara Simurg Efsanesi’ni ve varoluşun sırlarını coşkuyla anlatırlarken, üzerlerinden sessiz sedasız geçen otuz kuşu fark edemeyeceklerdir… Şans eseri gözleri onları yakalayanlar ise, geldikleri köye dönen otuz sıradan kuştan başkasını göremeyeceklerdir gökyüzünde… Hiçbir fiziksel ayırdedici farklılığa, ize, nişana ve belirtiye sahip olmayan otuz görünmez kuş…
Kuşlar yurduna vardıklarında halkları onları coşkuyla karşılarken, bir zamanlar yolcu ettikleri otuz kuşu karşıladıklarını sanırlar… Bir zamanlar yolcu ettiklerini sandıkları otuz kuşa sarılırlar… Aileleri, arkadaşları ve halkları belki de asla bilemeyeceklerdir içlerinde ikame edeni… Sadece onlara belirli bir nazarla bakabilenler fark edebilecektir kalıbın ardındaki farklılığı; diğerleri onlara heyecanla sorarlarken Simurg’un var olup olmadığını… Ve tüm o efsanelerin…
Soranlara Simurg’un herşeyden daha gerçek olduğunu söyleyeceklerdir…
Neden yardıma gelmediğini ve kendilerine görünmediğini sorduklarında meraklı kalabalık bu garip halli dostlarına; O’nu görmek için yeterince uğraşan herkese görüneceği cevabını alacaklardır…
“Nasıl yeterince?” sorusuna aldıkları cevabı ise uzun zaman düşünmek zorunda kalacaklardır : “Kendinden vaz geçecek kadar…”
Bir yandan O’nun yakınlığını, öte yandan ise O’nun uzaklığını nasıl anlatabileceklerdir kalabalığa? Sonunda, yapabilecekleri yegane şeyi yapmaya ve halklarına yolculuklarını sembolik bir hikaye ile anlatmaya karar vereceklerdir… Ve halkları bu hikayeye aşık olacaktır…
Hikayeler yerine Simurg’a aşık olanlara ise, yanan ateşin karşısında şu sözleri aktaracaklardır :
“Simurg’u bir ölümlü asla göremez… O’nu sadece Kendisi görebilir…”

Tam da otuzumda hayatın anlamını yeniden keşfetmeye çalışırken benim için daha da anlam kazanan bir hikaye bu.


Huysuz pia tarafından evrene iletildi.